Thursday, June 4, 2009

Esquire Türkiye

Hayatta ne oğrendin?

Hayattan ne ogrendigimi anlatmak biraz zor. Bunu anlatmak buyuk laflar soylemeyi gerektiriyor boyle firsatlarda buyuk laflar yazabilmeyi ogrenemedim bir turlu. Derin ve cok anlamli gibi gozuken, anlayanlardan cok anlamayanlarin takdir ettigi sozler soylemeyi ogrenemedim. Soyleyenleri (anladigim kadari ile) begeni ile karsiladim. "Vay be iste boyle olmak lazim dedim kendime,  ama gene de yapamadim. Cogu zaman hayranlik ile baktim bu tip sozleri soyleyebilenlere. Sanki daha fazla biliyorlar gibi geldi hep. 

Ama ben "samimi" olmayi iyi bilirim. Beni fazla tanımayanların düşündüğü gibi olmadığımı "aslında samimi bir adam" oldugumu anladim zamanla.

Bu yuzden  "Hayattan ogrendiklerimi" sorguladigim zaman aklima ilk gelenleri anlatacagim size samimiyetle.

Cocuklugum Ankara'da gecti. Orta gelirli bir memur ailesinin cocugu olmama ragmen hem sanatile icice ve hem de modern bir hayat gorusu icerisinde buyudum. Turgut Ozal oncesi donemde ilk gencligimi ve cocuklugumu yasadigim icin halk ekmek ve yag kuyruklarinda saatlerce bekledim,

Gaz ve benzin siralarina girmek icin sabahin dordunde uyanip kalktigimizi cok net hatirlarim. Sicak su olmadigi icin haftada bir yikanilan gunleri bilirim. Hepsi bir yana "teror" un ne demek oldugunu bilirim. 80 oncesindeki o "korku" yu tadanlardanim.

Bunlari da kizginlik ile degil "nese" icerisinde hatirlarim nedense. Elektrik kesintilerinden ve komur sikintilarindan dolayi kislari cok soguk gecerdi Ankara'da,

Ustelik de hava kirliliginin en cok oldugu yillardi. Okulumuzun tatil oldugu Subat ayinda annemler ile birlikte teyzemleri ziyarete Adana'ya giderdik. Adana kis aylarinda hem sicak, hem de havasi temiz oldugu icin bize iyi gelirdi, Simdi hatirlamiyorum kac yil gittigimizi ama belki yedi sekiz yil Subat aylarini Adana'da gecirdim kucukken. O zamanlar daha kardesim olmadigi icin kuzenlerim ile birlikte zaman gecirmek hosuma giderdi. 

Benim icin Adana'nin en onemli ozelligi ve beni en cok heyecanlandiran tarafi Atilla Altikat koprusunun altindaki "Bosboscular" idi. Adana Incirlik'teki Amerikan ustunde calisan Turk isciler, temizlige giden kadinlar Amerikali ailelerin coplerini, kullanmak istemedikleri, attiklari ya da verdikleri esyalari toplayip bu bosbosculara satarlardi. Bosboscular da toparladiklari bu dokuntuleri hergun sabahtan el arabalari ile satmaya koprunun atina gelirlerdi.
 
Adana'ya geldigimiz ilk gunden baslayarak hergun sabahlari ilk isim buraya gitmek oldu. Saticilarin tezgahlarinin icerisinde kirik GiJoe bebekler, Matchbox arabalar, basketball toplari, Star Wars maketleri, bozuk dijital saatler, walkmanler arasinda dolasip hepsini incelerdim.  Tum bu objeler bizim Ankara'daki hayatimizin tamamen disinda kimlikler tasidiklari icin benim cok ilgimi cekerlerdi. Butun gun bunlara bakar ve hayal dunyasina dalardim. 
Galiba en cok ilgimi ceken de bunlarin yeni degil kullanimis olmalari idi. Kullanilmis olma durumu bu objelere ayri bir kimlik eklerdi. Bunlari kullananlari ayrica hayal ederdim. Uzerinde cizikler olan bogazli Nike spor ayakkabilari, bir kismi kullanilmis kol alti sprayleri, Uzerinde hic bilmedigimiz takimlarin isimleri ve renkli amblemleri olan basketball tshirtleri ve daha nice detaylar. Butun bunlar bana bizim yasadigimizin tamamen disinda baska bir hayat oldugunu ogretti. Ve ben bu hayati cok merak ettim. Bunu Amerikan hayranligi gibi algilamayin lutfen. Bu yabanci ve uzak olani merak etme duygusu idi. Annem hicbir zaman bunlari alip eve getirmeme musade etmedigi icin sadece bakardim bu parcalara. Yillar sonra "Blade Runner" (Bicaksirti) filminde gordugum Sebastian'in evi gibi bir durum vardi bu esyalarda. Hepsinin kimlikleri vardi.
Tum bu esyalar bir yana beni en cok etkileyen sey kullanilmis dergilerdi suphesiz. Para verip eve getirmeme musade edilen tek seyde onlardi zaten. Popular Mechanics, National Geographic, Penthouse, Sports Illustrated, Playboy, GQ, Architectural Digest ve Vanity Fair dergileri ile ilk defa orada tanistim. Kisa surede bunlarin arasindan iki tane favori olanini secip bulabildigim butun sayilarini toplamaya basladim. "Vanity Fair" ve "GQ". 
O yillarda her iki derginin de neredeyse eksiksiz her yilki tum sayilarini toparlamayi basardim. Kimisine iki hatta uc kati paralar odemek ugruna bile de olsa bu dergiler tum yil boyunca Ankara'da her gun arkadasim oldular benim. Arada iki uc tane de "Asik" oldugum kizlarin icerisinde oldugu Penthouse dergisini de burada saymadan edemiyecegim suphesiz. Onlar da benim az kahrimi cekmediler ilk genclik yillarimda. O uzun bacakli Amerikan kizlari Ankara'daki yatagimda, dosegin altindan (gizledigim yerden) cikip geceleri cok ziyaret ettiler beni. 

Vanity Fair ve GQlar ise masamin uzerinde tum sayilari ve her sene eklenen 12 yeni sayisiyla yerlerini ve onemlerini hic kaybetmediler. Hergun okuldan gelip ozenle baktim onlara. Iclerindeki parfum reklamlarini kokladim. Kollarima surdum bu kokulari. Gorsel hafizamin gelismesindeki en onemli yillardir bunlar. Ilanlarin sayfa duzenlerinden tutun da icerisindeki fotograflarin isigina kadar hazmettim butun detaylari. Yazi karakterleri ile Art Deco suslemeler ile bulustum. O yillarda tanistim Julian Schnabel'in tabakli resimleri ile. Francesco Clemente'nin NYdaki sergisinin acilisinda ben de vardim davetlilerin arasinda. Hampton'larda Ralph Lauren kiyafetler giyip brunchlar yaptim. Sampanyalar ictim. Guzel kadinlar ile NY kluplerini dolastim. Oscar partilerine katildim. Annie Leibowitz in fotograflarini uzaktan tanimayi ogrendim. David Bowie, Herbie Hancock, Miles Davis, Prince ile tanistim bu sayfalarda. Guzel kadinlari neyin guzel yaptigini, yakisikli durmak icin ne giymek gerektigini ogrendim. Calvin Klein ile fotograf cekimleri yapan modelleri gordum. Clark Gable ile arkadas oldum. Aspen'de kayaga gidilince nasil davranilacagini ogrendim. Guzel yemekleri tadamadim ama masalarda oturdum.

Los Angeles'te Sunset Bulvarinda dolastim. Bu dergilerin icerisinde gecirdim tum ogleden sonralarimi. Annemden azar isitme pahasina da olsa yatmadan once bir dergi daha baktim hep.

Isin en guzel tarafi da kendi kendime soz verdim hayatta bunlari yapacagima dair. Galiba sozumde de durdum. Ama Atilla Altikat koprusunun altinda yasadigim heyecani, ne New York'da ne de Los Angeles'ta bulamadim.

No comments:

Post a Comment